Kent hakkı, kültürel anlamda da, bazı mekânları kamusallaştırmanın yanı sıra, tahayyül olarak da dönüşümü, örneğin o mekânların kullanım değerini yurttaş denetimine vermeyi işaret eder. Diğer bir deyişle, mesele sadece yeni mekânlar yaratmak değil, bu mekânların kullanım biçimlerini özgürleştirmektir

Meclisten geçen “Vakıflar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” önerisi bir süredir kültür-sanat camiasının gündeminde.
Kanun değişikliği kamu mülkiyetindeki kültür varlıkları olan vakıf taşınmazlarının devrinden, milli saraylar yönetimindeki kültür varlıklarının yönetimine, tarihi alan yönetiminin yetkilerine, turizm amaçlı kıyı tesislerinin kiralama süreçlerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hizmete sunulacak kültür merkezlerine sponsorluk gibi yeni gelir kaynakları yaratılmasına kadar çok sayıda başlığı kapsıyor.
Konu hakkında Apaçık Radyo’da 17 Kasım 2025 tarihli, Asu Aksoy ve Burçin Altınsay’ın hazırladığı “Kültürel Miras ve Koruma: Kim İçin, Ne İçin” programına katılan Gazhane Çevre Gönüllüleri emekçisi Işık Demirtaş’ın paylaşımlarından detaylı bilgi alınabilir.
Ben de bu sorun üzerinden ve basında yer bulan kültürel kamusal mekânların yerelden merkezi yönetime geçmesinin yaratacağı sorunlara ek olarak, tartışılması gereken başka sorunlar olduğuna da değinmek istiyorum.
*
İlgili kanun değişikliği hakkında, önce -bu yazının görselinde de yer alan- Gazhane Çevre Gönüllüleri tarafından 13 Kasım 2025’te Müze Gazhane içinde bir basın açıklaması yapıldı. Ardından 28 Kasım 2025’te aynı alanda, ancak Müze Gazhane’nin içinde değil de girişinde başka bir basın açıklaması da Özgür Sanat Meclisi tarafından gerçekleştirildi.
Her iki açıklama da basında yer buldu, detaylarına erişilebilir. İki açıklamanın da yapıldığı konuma dair ek bilgi verme nedenim, bu alanların kamusal kullanıma “açık” olsalar da belli izin/denetim mekanizmalarına tabii olduklarına dikkat çekmek. Yani önceden haber vermeden, bu alanların kamusal kullanımını savunmak bile mümkün değil.
Bu ironik durumu, bu alanların nasıl ve ne şekilde dönüştükleri, karar vericilik mekanizmaları, kent/kültür/sanat hareketlerinin mekânların kullanım değerini ne kadar özgürce yaşayabildiklerine ilişkin ek sorunsallarla birlikte açmak gerekiyor.
Ancak memleketimizin türlü dertleri, bizleri bunları tartışmak ve kurucu bir irade göstermek istediğimiz zeminler yerine, daha da geriye çekilerek, elimizdeki savunma hattına çekiyor. Fakat kanımca bu pozisyon bizi güçlendirmediği gibi, aksine parçalıyor.
Tam da bu nedenle, bizleri savunma hattına çeken güncel siyasi ortamı es geçmeden, ama tek dert oymuş gibi merkeze de koymadan, kültürel dönüşümlerin ürettiği yeni sorunlara eğilme ihtiyacı hissediyorum.
Zira, kültür alanındaki güncel siyasi ortam çoğunlukla, hükümet-ana muhalefet ekseninde, merkezi ve yerel yönetim düalitesinde ilerliyor ve yer yer bizleri bir şekilde “kötünün iyisine” sevk ediyor.
Örneğin bir tarafta merkezi yönetimin yayımladığı “21. Yüzyılda Türkiye’nin Kültür Seferberliği” kitabı, diğer tarafta İstanbul’da yerel yönetimin “Kültür Hakkı Kent Hakkı” kitabı var ve bu iki kitap, iki kutuplu kültür politikasının yapma biçiminde bazı ortaklıklar olduğunu bizlere açıkça gösteriyor.
Başka bir örnek olarak; her iki cephenin de Kültür Yolu Projeleri; ortak alanlara iktidar/sermayedar isimleri atamaları; kendilerinden alt yönetimleri bünyelerinde merkezileştirme çabaları; bunlara yönelik itirazları değersizleştirme halleri, kısacası açık-şeffaf olmayan yöntemleri yapma biçimlerindeki ortaklıklara işaret ediyor.
Ancak biz yurttaşlar bundan daha fazlasını mesele ediyoruz ve burada ele aldığım kent hakkını kentsel imkânlara erişimin de ötesine, tahayyül ettiğimiz kenti birlikte kurmak, yaşamı dönüştürmek üzerinden de okuyoruz. Dolayısıyla başka türlü bir kent/kültür politikasını işaret ediyoruz.
Söz gelimi her üçü de endüstri mirası olarak koruma altına alınmış olan tarihi üretim alanları/fabrikaları barındıran Hasanpaşa Gazhanesi, Haydarpaşa Gar ve limanı, Haliç Tersaneler bütünlüğünün dönüşümü üzerine geçen sene bir atölye yapmıştık.
Her üç alanın da dönüşüm süreci merkezi veya yerel karar vericiler eliyle gerçekleşirken, üçünün de uzun yıllara dayalı emek verilen kentsel-toplumsal hareketleri var. Gazhane Çevre Gönüllüleri, Haydarpaşa Dayanışması ve Haliç Dayanışması emekçileri sadece savunma hattında durmadıkları gibi, aynı zamanda buraların nasıl kullanılacağına dair de görüşler ileri sürdüler/sürüyorlar.
Burada yer nedeniyle detayına giremeyeceğim, ancak ilgililer, atölyenin içeriğine ve üç hareketin ürettiği yazılı/görsel kaynaklara erişebilir. Bu görüşlerin karar vericiler nezdinde ne kadar dikkate alındığı ve etkili olduğu soruları halen tartışmaya açık.
Bir detay verirsem, bu el değiştirme sorunsalını, Haliç Tersaneler bütünlüğünde çok açık bir biçimde yaşadık. Bir tarafta merkezi yönetim tarafından büyük bir kısmı Tersane İstanbul’a dönüştürülen, diğer tarafta bir kısmı yerel yönetim tarafından Sanat Merkezine dönüşen tersaneler, katılımcılık, restorasyon ilkeleri, çevre mahallelerde yarattığı/yaratacağı soylulaşma ile mahallelere etkisi, sınıfsallık gibi konularda ciddi sorunlar barındırıyor.
*
Bu bağlamda, bu konuyla ilgili birkaç değerli çalışmaya da referans vermek isterim.
Türkiye’de kültür-sanat alanında örgütlü, müşterek, şeffaf, adil ve katılımcı bir kültür-sanat ortamını hedefleyen ve bu alanda yapısal değişimler yaratmayı amaçlayan bağımsız inisiyatiflerin ve kişilerin bir araya gelerek kurdukları bir oluşum olan “Buradan Nereye”, aynı isimli Web sayfalarında düzenledikleri forumları ve üretimleri paylaşıyorlar.
Şu sıralar bir “Kültür-Sanat Emekçileri Derneği” kurma girişimleri kapsamında yaptıkları anket raporu ve tüzük çalışması da açık erişimde. Kültür-sanat emekçileri ve destekçilerine açık alan üretmenin yanı sıra, bütün üretimlerini açık/şeffaf yapma çabaları da dikkate değer. Zira yapma/eyleme biçimi de düşünceye içkin.
Buradan Nereye’nin “Müşterek Kültür” kampanyası ise, yerel yönetimlerin kültür politikalarından, “hak temelli, şeffaf, hesap verebilir, süreklilik taşıyan, araştırmaya dayalı, altyapısal iyileştirme” gibi başlıklar altında neler beklendiğini tartışmaya açıyor.
Kültür-sanat alanındaki sansür mekanizmalarını görmek için de, sansürün tanıklığını kayda geçiren Enver Basravi’nin bu yıl yayımlanan “Hakikat Hasreti” kitabını önermek isterim.
*
Nihayetinde sözlerimi şöyle toparlayayım. Kent hakkı, kültürel anlamda da, bazı mekânları kamusallaştırmanın yanı sıra, tahayyül olarak da dönüşümü, örneğin o mekânların kullanım değerini yurttaş denetimine vermeyi işaret eder. Diğer bir deyişle, mesele sadece yeni mekânlar yaratmak değil, bu mekânların kullanım biçimlerini özgürleştirmektir.
Kaynak: Evrensel
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.